Gülüşün Solduğu Gün

Yayınlama: 08.07.2025
A+
A-

Hava yakıcı. Toprak çatlamış, Orta Doğu’nun savaş yorgunu coğrafyasında, bir bataklık gibi çökmüş karanlık… Ekonomi yerlerde, yüzler solgun, insanlar tükenmiş. Güneş batmış; ne gece olmuş tam, ne gündüz kalmış… Alacakaranlığın o ağır, sıkışık vakti. Herkes suskun, şehir iç çekiyor sanki. Tam o anda telefonum çalıyor… Acı acı, telaşla, içini delen bir sesle. Ekranda bir isim: Kenan… Açıyorsun… ve o cümle, günün son darbesi gibi düşüyor: “Cebrail, annesini kaybetti…”

Her bir vefat haberiyle birlikte, yine babam düşüyor aklıma… O acı, o eksiklik, o hâlâ tam kabullenemediğim yokluk hissi… İçimde bir yer delinir gibi oluyor. Ve yine apar topar Asri Mezarlığı’na doğru yola çıkıyorum.

Batman’ın bitmeyen yol çalışmaları arasında, asfalt değil de köstebek çukuru dolu bir toprakta sarsıla sarsıla, vura vura ilerliyorum. Her çukur bir sarsıntı, her sarsıntı içimde bir başka yarayı açıyor.

Batman M Tipi Ceza İnfaz Kurumu’nu geçiyorum. O gri binayı… o iç burkan sessizliği… Ve tam 700 metre sonra, mezarlığa ulaşıyorum.

Toprağın sessizce konuştuğu, taşların isimleri fısıldadığı, insanın hem her şeyi unuttuğu hem de her şeyi hatırladığı yer. Vardığımda içimdeki ağırlık daha da artıyor. Sanki sadece bir mezarlığa değil, hayatın tam ortasındaki gerçeğe varıyorum: Hiçbir şey sonsuza kadar kalmıyor…

Kalabalık bir grup toplanmıştı. Tabutun içinde artık sessizliğe gömülmüş bir beden vardı. Omuzlarda taşınıyor, musalla taşına doğru ilerliyordu. Cenaze namazı kılındı; dualar okundu, gözler doldu ama çoğu sessiz kaldı.

Sonra tabut tekrar alındı, bu kez ambulansa konulacaktı. Sessizce kalabalığın arasından geçip tabutun yanına yaklaştım. Sol omzumu kaldırdım ve hiç tereddüt etmeden tabutun bir ucunu tuttum. Soğukluğu omzuma değil, içime işledi. Ambulansın kapısı açıldı, tabut dikkatlice içeri yerleştirildi. O an, Cebrail başını yavaşça çevirdi. Kalabalığın içinden beni gördü.

Göz göze geldik.

İşte o anda anladı.

Benim de o acılardan geçmiş olduğumu,

benim de birini toprağa koyduğumu,

eksilmenin ne demek olduğunu içten içe bildiğimi fark etti.

Gözleri doldu.

Bir an tereddüt etti,

sonra birkaç adımda yanıma gelip

sıkıca sarıldı bana.

Ve hiç saklamadan ağlamaya başladı.

Omzumda ağladı… Ağladık. Orada, kalabalığın ortasında ama kimsenin içinde değilmişiz gibi.

Sadece biz ve kaybettiklerimiz…

Üç gün boyunca baş sağlığı dilekleri, tokalaşmalar, sarılmalar, geçmiş olsunlar… Bir yanda çaylar dolduruldu, tabaklara yemek kondu, diğer yanda Cebrail ayakta, dimdik durmaya çalıştı. Hayat bir şekilde akıyordu. Ama onun içinde zaman çoktan durmuştu. İnsan kaybın en taze yerindeyken bile, bir düzenin içinde kalmak zorunda kalıyor. Tokalaşıyorsun, gülümsüyorsun, teşekkür ediyorsun…  Mecbur kaldı ilgilenmeye, dinlemeye, ağırlamaya. Ama gözlerinin içi hep boştu. Sanki sadece bedeni oradaydı, ruhu toprağın başında kalmış gibiydi.

Üçüncü günün akşamına doğru, taziye evi yavaş yavaş sessizleşirken Cebrail sosyal medyada bir gönderi paylaştı.

Tek bir cümle yazmıştı, sade ama yıkıcı: “Anne sen benim gülüşümü öldürdün.”

Şimdi o gülüş… kesildi. Yüzünün kalan kısmı da söndü sanki. Çünkü bir insan, annesini yitirdiğinde sadece birini değil, kendine ait olan en derin sığınağını da kaybeder.

Cebrail artık hayatta, evet… Ama bir yanı toprağa gömülü. Çünkü annesini kaybeden biri bilir ki; artık hiçbir şey tam olmayacaktır.

Yaşamak dediğin şey, bir tür alışmak belki ama bazı eksiklikler alışılacak gibi değil.

Bazı yokluklar insanın gölgesini bile değiştirecek kadar derin. Ve Cebrail’in gölgesi de benim ki gibi artık bir başka türlü düşüyor yere.

Yazarın Son Yazıları
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 2 Yorum
  1. User dedi ki:

    Çok güzel yazmışsınız elinize sağlık

  2. Hande dedi ki:

    Çok duygulandım, kaleminize sağlık Allah rahmet eylesin