Bazı acılar vardır ki, sessizdir ama yakıcıdır. İçine işler, kelimeye dökülmez. Gözyaşlarıyla değil, kalbin en kuytusunda kopan feryatlarla yaşanır. İşte ben, böyle bir acının tam ortasındayım. Çünkü ben annemi kaybettim. Canımdan bir parça değil, canımın kendisini… Daye’mi.
O yalnızca bir anne değildi.
Evlat acısı görmüş, yüreğine taş basmış, sabahları gözyaşını yutkunarak karşılayan bir dağ gibiydi.
Oğlunu ve kızını toprağa vermiş, ardından kendi canıyla savaşmış bir kadındı.
Şeker hastalığı, Bay-Pass, kanser… Her biri ayrı bir sınavdı onun için.
Batman’dan Ankara’ya, sonra yine Batman’a uzanan zorlu tedavi süreçleri…
Ama o hiç yılmadı. Hep güçlü görünmeye çalıştı.
Ben elimden geleni yaptım sanıyordum.
Evde serumlar, oksijen cihazı, mama desteği… Elini tuttum, saçını okşadım, dualar ettim.
Ama meğer hiçbir şey yeterli değilmiş.
Annem, gecelerce uykusuz kaldı. Ağrıdan kıvrandı ama yine de bize “iyiyim” dedi. Gülümsemeye çalıştı, sırf bizi üzmemek için.
Son kez fenalaştığında, hastaneye götürmek zorunda kaldım.
Yoğun bakımdan korkardı.
Gözlerinde korkuyu gördüm ama çaresizdim.
Zayıflamıştı, yürüyemiyor, yiyemiyordu artık.
Ve ben, o sevmediği yere, yoğun bakıma teslim ettim annemi.
“Anne, affet, mecburum” dedim…
Biliyordum, kalbi artık bu yükü taşımakta zorlanıyordu.
Yoğun bakımın ikinci günü acı telefon çaldı. Hemen koştum yoğun bakım kapısına kardeşimle.
“Annenize müdahale ediliyor” dediler.
İnanmadım, İnanmadım çünkü annem güçlüydü.
Ama aslında o an Rabbine çoktan kavuşmuştu.
Yetersiz müdahale, yetersiz doktor ciğerimizi parçaladı.
Yoğun bakım kapısında güvenlik görevlileri belirdiğinde, dünya başıma yıkıldı.
Dizlerimin bağı çözüldü.
Orada çöktüm.
Orada annemi kaybettim.
Cenazesi yıkanmadan önce yüzüne baktım…
Bir melek gibiydi.
Sanki sadece uyuyordu.
Uyandırmak istedim defalarca. Öldüğüne inanmıyordum.
Öptüm, kokladım… Ama doyamadım.
Kalksın istedim, elini tuttum ama soğuktu artık.
O sıcak kalp artık atmıyordu.
Bana bir vasiyet bırakmıştı:
“Beni annemin ve babamın yanına göm oğlum.”
Öyle yaptım.
Omuzlarımda taşıdım seni, Daye.
Toprağa koyarken sadece seni değil, ruhumun yarısını da bıraktım orada.
Dualar edildi, hatimler indirildi.
Ama o boşluk…
O hiç dolmadı.
Artık ev sessiz.
Kapı açılmıyor eskisi gibi.
Balkonda bana el sallayan gözlerin yok artık.
Sesin yok, kokun yok.
Her yerde seni arıyorum ama yoksun.
Anne…
Sen gittin ya, ben eksildim.
Ben artık tamam değilim.
Artık bana dua edecek biri yok.
Sırtımı kimse sıvazlamıyor.
Geceleri rüyama gelsen, sarılsam… diyorum ama gelmiyorsun.
Daye…
Sensizlik ateşten bir gömlek.
Yalnızlık zehir gibi…
Boğazıma oturan bu özlem, her gün biraz daha yakıyor içimi.
Ben seni ölene dek özleyeceğim.
Gülüşünü, sesini, bana “yavrum” deyişini her gün arayacağım.
Çünkü seninle birlikte ben de gittim anne.
Senin gidişinle gülüşüm öldü.
Ve şimdi ne zaman gülecek olsam, içimde bir şey dur diyor: “Daye yok…”
Daye… Sen sadece kendini değil, beni de götürdün.
Mekânın cennet olsun anneciğim. Peygamber Efendimize komşu ol, nur içinde yat.
(Daye tu kenemin guşti.)